peygamber efendimizin yardımseverlik ile ilgili hikayeleri

Sizancak Allâh’a ibâdet ediniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız! O’ndan hakkı ile sakınınız! Yaptığınız iyi işleri diliniz te’yîd etsin! Allâh’ın kelâmı ile birbirinizi seviniz! Muhakkak biliniz ki Allâh Teâlâ, ahdini bozanlara gazab eder. Allâh’ın selâmı üzerinize olsun!” (Beyhakî, Delâil, II Bilgisayar hakkında bilgisi çok az olan biri olarak derslerinize katıldım. Fakat derslerinizin akıcı ve öğretici geçmesi,bunun yanı sıra sizinle iletişimimizin samimi olması zor olan bu dersi bizim için anlaşılır hale getirdi.Sınıfımızın kalabalık olmasına rağmen bulduğunuz çözümlerin ilerlememize katkı sağlayacağını düşünüyorum. Peygamberefendimiz, azadlı kölesi, Hazreti Zeyd bin Hârise’yi çok severdi. Onu kendisine evlât edindi. Dolayısıyle Hazreti Üsâme bin Zeyd, aynı zamanda Peygamber efendimizin terbiyesi ile yetişti. Böylece Peygamber efendimizin torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’in sevgisine Hazreti Üsâme de ortak oldu. Misafirlerkapı önünden selâm verirlerdi. Böylece, kendisini ziyarete geldiklerini duyurmuş olurlardı. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (S.A.V.) verilen selâmı alır, gelenleri kabul edip edemeyeceğini bildirirdi. Günlerden bir gün dışardan bir selâm sesi geldi: – Selâmün aleyküm!. Efendimiz (S.A.V.), hemen yerinden kalktı. SevgiliAnne ve Babalar, Allah (cc) tarafından son ilahi mesajı insanlığa aktarmak için görevlendirilen Peygamber Efendimizin (sas) hayatını öğrenmek büyük küçük herkes için gereklidir. Çünkü alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin (sas) getirdiği mesaj, insanlığın kurtuluşu için yegane yoldur. Site De Rencontre Pour Parent Monoparental. Adamın biri sabaha karşı okyanus sahilinde, güneşin doğuşunun keyfini çıkarmak için sahile inmiş. Uzakta sahilde birini görür. Biraz yaklaştığında sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan bir çocuk olduğunu fark eder. Çocuğa yaklaşarak sorar -Deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun? Çocuk der ki – Güneş yükseldi İki erkek kardeşin hikayesi, birlikte çalıştıkları babalarından kalma çiftlikte geçiyordu. Kardeşlerden biri evliydi ve beş çocuğu vardı. Diğer kardeş ise bekardı. Her günün sonunda iki kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi. Günün birinde bekar kardeş şöyle düşündü; – Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak Bir gün, adam ormanda gezerken bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını gördü. Kozasındaki küçük delikten çıkmaya çabalayan kelebeği saatlerce izledi. Sonra adam, kelebeğin kozadan çıkmak için çabalamaktan vazgeçtiğini, gücünün kalmadığını düşündü. Kelebeğe yardım edeyim de kolayca çıksın diye düşündü ve kozadaki deliği daha rahat Hz İbrahim peygamber, kral Nemrut’ a karşı gelmiş. Nemrut, ne güçlü ve acımasız bir kral olduğunu herkes görsün anlasın diye Hz ibrahim in ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün Çölde devesiyle birlikte yürümekte olan bir çöl insanı güçlükle hareket eden, susuzluktan ölmek üzere olan bir adama rastlamış. Adam Allah rızası için su istemiş. Devesinden inip bir çare adama suyundan vermiş. Suyu içen adam birden çöl insanını ittiği gibi deveye atlayıp kaçmaya başlamış. Çöl Seyyahın yolu uzak bir diyarda şirin bir köye düşer. Köylülere, tanrı misafirini ağırlayacak biri var mı diye sorar. Köylüler, seyyaha ancak çiftlik sahibi Süleyman diye birinin yardımcı olacağını ve oraya gitmesini söylerler. Seyyah yoldayken birkaç köylüyle daha sohbet eder. Köylülerden Süleyman’ın, o yörenin en zenginlerinden Dervişe bir gün sormuşlar – Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Size farkı gösteriyim deyip, önce sevgiyi dilden kalbine indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi sofrada yerlerini almışlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş Suyu çok seven, günün büyük zamanını suda serinleyerek, oyunlar oynayarak geçiren sevimli su aygırı, bir gün oyun oynarken ayağını incitmiş. Doktor ona dinlenmesini ve uzun süre evden çıkmamasını söylemiş. Bütün arkadaşları nehrin etrafından hiç ayrılmadıkları için, evde ona yardımsever mavi kuş bakıyormuş. Yemeğini yediriyor, Merhamet ve şefkat en kıymetli hasletler... İnsan yaratılmışların en kıymetlisi ve değerlisi olmasının yanında eğer merhamet sahibi ise bir o kadar daha kıymetli hale gelir. Rabbinin huzurunda takvaca üstün bir hale gelir. Rabbinin yanında yükselen, kul nazarında değer görmez mi? İsmi dahi geçtiği vakit içleri ısıtan ve huzur veren 'merhamet'...MERHAMETİ ŞAHANE “Bir akşamdı. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertiplemiştim. Tam huzûra çıkmak üzere iken bir telgraf geldi. İstanbul Lâleli Postahânesi memurlarından birinin Hünkâr’a çektiği bir telgraftı bu… Bîçâre memur, telgrafında; karısının o gece doğum yapacağını ve doğumun da tehlikeli olacağına dair doktorların kendisini îkāz ettiğini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadığını, bu sebeple merhamet-i şâhâneye sığındığını bildiriyordu. Ben de bunu pek kayda değer görmeyerek zât-ı şâhâneye vereceğim listenin içerisine almadım. Ancak huzurda Padişah, âdeti üzere her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilâve etti –Başka bir şey var mı?» –Kayda değer bir şey yok efendim!” dediysem de Sultan, ısrarla suâlini tekrarladı ve; –Sen kayda değer saymadığını da söyle!» dedi. Bunun üzerine malûm telgraftan bahsettim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı bildirdim. Hüzünlenerek tâlimat verdi –Hemen getiriniz!» Şaşkın bir vaziyette telgrafı getirdim. Sultan, orada yazılanları dikkatle okudu. Ardından düşündüğümün tam aksine hemen saray doktorunu çağırtarak bana döndü; –Derhâl beraberce Lâleli’ye gidiniz ve doğum yapacak olan kadıncağıza gerekli müdahaleyi yaptırınız!» diye ferman buyurdu. Sultan’ın bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazifemizi yerine getirip hastahâneden döndüğümüzde ise, vakit sabaha yaklaşmıştı. Saraya girince, kapının sesinden bizi fark eden Sultan, perdeyi araladı ve eliyle; Gelin!» diye işaret etti. Odasının ışıkları yanıyordu. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile meşgul olmuştu. Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Olduğu gibi anlattım –Sultanım, doğum bir hayli müşkil oldu. Ancak mütehassıs doktorların gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını da Abdülhamid» koydular. Sabaha kadar gözyaşları içinde zât-ı âlînizin ömür ve devletlerine duâ ettiler.» dedim. Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babası olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir; Elhamdülillâh!» dedi. Sonra paravananın arkasına geçerek iki rekât şükür namazı kıldı.” ŞEFKAT VE MERHAMET SAHİBİ ABDÜLHAMİD HAN Bunlar İslâm medeniyetinin yetiştirdiği merhametli, rakik gönüllü ve hassas insan tipinin mümessilleridir. Bir başka misal olarak Birinci Abdülhamid Han da, Özi Kalesi’nin düşman eline geçmesi üzerine, büyük bir teessür ile; “Asker evlâtlarım ve masum ahâlim parçalandı!” diyerek ümmet-i Muhammed’in ızdırâbını sînesinde duydu. Bu acıyla felç geçirdi ve kısa süre sonra vefât etti. O padişahlar ki, kendilerini Hâdimü’l-Harameyn, Mekke ve Medine’nin hizmetkârı addeder, hattâ Harameyn-i Şerîfeyn»in süpürgecisi olduklarına işaret eden bir sorguç taşır ve mübârek beldenin süpürgecilerinin maaşlarını kendi servetlerinden verirlerdi. Hiçbir Osmanlı padişahı; Medîne-i Münevvere’den gelen mektubu tahtında oturarak dinlememiş, mutlaka ayağa kalkarak kimden gelirse gelsin o mektubun geldiği mekâna ihtiram göstermiştir. Öyle ki Abdülaziz Han, bir gün hasta yatağında iken kendisine mektuplar arz ediliyordu. Sıra Medine’den gelen mektuplara gelince, yattığı yerde dinlememek için yardımcılarına; “Beni kaldırın!” dedi ve iki kişinin kollarında doğrularak mektubu ayakta dinledi. Sultanların gönül dünyasının bu kıvamda olduğu İslâm toplumunda, halkın da mâneviyâtı çok yüksekti. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl 2017 Ay Ocak Sayı 143 KONU İLE İLGİLİ VİDEOLAR İslam ve İhsan Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan kalbinden; “Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin bir kerâmetini görseydim.” diye geçirmişti. Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan’ın gönlünden geçenleri anlayarak; ” Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn’in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?” buyurdu.

peygamber efendimizin yardımseverlik ile ilgili hikayeleri